8 Ocak 2016 Cuma
Aşk Ve Müzik
Aşk ve müzik dediğimizde üzerine o kadar çok konuşulacak o kadar çok yazılacak şey varki...
Yüzyıllardır üzerinde yaşadığımız dünyamızda insanların aşkını sevgisini karşısındakine göstermek ve dünyaya haykırmak için seçtiği en etkili araçtır belki de müzik. Ünlü ya da ünsüz bir çok besteci, kimi zaman sözleriyle, kimi zaman da yazdıkları ufak bir melodiyle duygularını dünya ile paylaştı.
Duygusal zeka dediğimiz şey ingilizce tanımıyla EQ ( Emotional Quotient), bir zeka türü olmakla birlikte, bir yandan da insanların kendilerindeki karışık duyguları anlaması ve dolayısıyla da karşısındaki insanların da hissettiklerini, duygusal anlamdaki ifadelerini çözümleyebilme yeteneğidir.
Geçenlerde Cenk Erdem'in bir röportajını okudum. Ülke duygusal zekadan yoksun ne kendi duygularından haberdar ne de başkalarını anlamak için çaba sefrediyor diyordu ve ekliyordu parayı bulanda empati yeteneğini kaybediyor. Bir yandan hak vererek bir yandan da neden böyle ki diyerek okudum tüm röportajı.
Sahi ne ara böyle empatiden yoksun, sadece kendi acısına üzülüp ağlayan bir toplum haline geldik. Aslında bu durumumuzu farketmek için öyle büyük bir çaba sarfetmemize de gerek yok. Sokakta, minibüste, alışveriş yaptığınız yerlerde, kahvemi içtiğimiz kafelerde çalan müziklere biraz kulağımızı kabartmamız yeterli oluyor. Dinlediğimiz müzik bizim aynamız gibidir aslında kişiliğimiz hakkında büyük ip uçları verir yaşadığımız toplum içinde tabi. Fringe "Bir insanı dinlediği müzikten tanıyabilirsiniz." der. Şimdi bakıyorumda ne müzik dinlediğimiz belli değil. Kültürel ve duygusal bir karışıklık içerisindeyiz. Ben çok uzun zamandır kalbime dokunacak, sonu kötü ya da iyi bitmiş herhangi bir aşk hikayesini anlatan bir şarkı dinlemedim. Etrafımda duyduğum ya da bir şekilde dinlediğim şarkıların çoğu nispet, nefret, çekememezlik, intikam ve zaman zaman da seks üzerine dolayısıyla bu müziklerle yoğrulan insanlardan empati kurmalarını ve acılara ortak olmalarını beklemek çok zor. Halbuki müzikler çoğu zaman aşkı anlatır diye biliyorduk hep. Müzik ve aşk birbirinden ayrılmaz ikiliydi hani her çiftin bir aşk şarkısı vardı ve az buçuk müzikle haşır neşir olanlar hep aşık oldukları kadına ya da adama şarkılar yazarlardı. Bazen de ilahi aşka. Belki de biz yanlış biliyorduk.
Müzikte romantizm akımı 19. yy. ile 20. yy. arasında dünyayı etkisi altına almış bir akımdır. Bu akım aslında felsefe, mimari, edebiyat gibi bir çok sanat dallarını etkileyen bir dünya görüşüdür. Kendi müziğimize, Türk Halk Müziğine bir bakın âşıklarımız yazdıkları türkülerde aşklarını anlatmış tarihler boyu kimi zaman vatan aşkını yazmışlar, kimi zamanda bir kadına duydukları aşkı. Dünyaya bir bakın bir çok ünlü klasik batı müziği bestecisi de aşklarını anlatmış eserlerinde hatta imkansız aşklarını.
Çek besteci Antonin Dvorak dünyaca ünlü çello konçertosu üzerine çalışırken, Prag'da yaşayan karşılıksız aşkı ve baldızı olan Josefina Kaunic'in hasta olduğunu öğrenince, çello konçertosunun ikinci bölümünde Josefina'nın çok sevdiği şarkılardan birinden alıntı yapmıştır. Ünlü besteci Strauss bu konçerto için şöyle der; " Viyolonsel için bu kadar güzel bir eser yazılabileceğini bilseydim bende yazardım."
Müzik endüstrisindeki gelişim ve beraberindeki yozlaşmadır aslında dinlediğimiz müzikleri aşksız bırakan. Kolay elde edilebilir olması müziği de aşkı da çabucak bitiriyor ve müzikle aşk arasındaki en büyük benzerlikte bu bence. Bir insanı sevmekle bir müziği sevmek birbirine çok yakın olgular. Şimdi size belki çok garip gelmiş olabilir bu yazdığım ama bir düşünsenize bir çok pop şarkısının çabucak demode olması aslında kolay ulaşılabilir oldukları için değilmi? Aynı şekilde kolay elde ettiğimiz insanlarında hayatımızdan kısa sürede önemini yitirip çıkıp gitmesi gibi. Oysaki bazı şarkılar, melodiler vardır hayatımızda öyle ilk dinlediğimizde kapılıp gitmeyiz ama her dinlediğimizde farklı şeyler keşfederiz, daha iyi anlamaya çalışırız, içindeki her notayı duymaya
çabalarız işte bu tam anlamıyla 'Aşk'tır tıpkı ikili ilişkilerimiz gibi birini görürüz ilk bakışta aşık oldum deriz mesela ve bunun çok uzun sürdüğü pek görülmemiştir. Ama bir insanı zamanla tanıyıp, anladıkça hayran olursanız ve birgün ben bu insana aşığım derseniz işte o tam olarak gerçek aşktır. Öyle modası hemen geçmez, bir anda sıkılıp kanalı değiştirmek istemezsiniz, aynı frekanstaysanız hele hele frekansınızı asla değiştirmezsiniz. Aşık olduğunuz insanı her gördüğünüzde nasıl mutlu oluyorsanız sevdiğiniz şarkıyı da dinlediğinizde aynı şekilde mutlu olursunuz. Kısacası emek ve zaman harcayarak anlamaya çalıştığınız her neyse, her kimse onu artık seviyorsunuzdur ve sevgi popülerliğini asla yitirmez.
Öyle çok bilmiş bir tavırla yazmıyorum aslında aşk ve müzik benzerliğini. Ama birini Zaman'la tanıyarak armonisindeki her notaya ayrı ayrı aşık olmak diye bir kavram vardır elbet. Bugün işten çıkıp eve gelirken en sevdiğim eserlerden birini dinliyordum sonra şöyle bir durup düşündüm yahu ben bu besteyi aynı yorumcudan ne kadar uzun yıllardır dinliyorum. Yıllar boyunca defalarca telefon değiştirdim ve her telefonuma ilk yüklediğim eser bu oldu dedim kendi kendime kimbilir belki de bir gün aşık olduğum adam da uzun yıllar hayatıma yükleyeceğim unutulmaz bir eser olur.
Bence pop, klasik, rock, metal, veya arabesk hiç farketmez aslında aşk her müzikte gizlidir. korkmadan dinleyip hissetmemiz yeterli.
Nilgün Dülger
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Çok güzel teşhis etmişsiniz. Para ve duygu günümüzde nasıl da ters orantlı şeklinde ilerliyor görebiliyoruz. Değersizleşiyor herşey. Ahhh nerde eski şarkılar diyoruz :-) güzel yazınız için teşekkürler takipteyim. Sizi de bloguma beklerim.
YanıtlaSil