Her sabaha ne, neden, nasıl sorularını sormak üzere uyanıyoruz aslında hepimiz. Yol gösterici birşeyler arıyoruz ve bakıyoruz etrafımıza defalarca ta ki gözümüzü, kulağımızı üzerinde sabitleyecek birilerini yada birşeyleri bulana kadar. Çünkü hepimiz içimizde bir yerlerde her yeni güne mutlu olma isteğiyle uyanıyoruz.
Hani bir laf vardır ya "güzellik göreceli bir kavramdır diye" peki güzelliği, estetiği sanattan, müzikten ayırabilirmiyiz? Bazen tesadüfen televizyonu yada radyomuzu açıyoruz ve bir melodi, bir beste, bir şarkı yada sadece bir güfte bizi alıp ordan oraya sürüklüyor. Bazen unutturuyor aklımızda ne varsa bazense öyle bir işliyorki içimize, içimizde ne varsa kat kat şiddetleniyor, duygularımız adeta taşıyor. Aşk, bağlılık, sevgi, öfke, nefret, kızgınlık, kırgınlık içimizde birikmiş her ne varsa... Müziğin güzelliğide bu değilmi aslında?
Dinlediğimiz bir müzik hakkındaki düşüncelerimiz başlangıçta kültürlenme yolu ile oluşuyor; eğitim sürecimiz, büyüdüğümüz çevre, gözümüzün gördüğü güzellikler ve çirkinlikler... Müzik insanlık tarihi boyunca toplumsal aidiyetimizin en güçlü dışa vurumu, en önemli simgesi olmuştur. Ulusal müziğimiz deriz mesela bizi diğer toplumlardan ayıran bir nicelik, bir nitelik. Müzik bizim hangi topluma ait olduğumuzu gösterir. Zaman zaman ulusal ya da bölgesel kimliğimizin simgesi görevini üstlenir ve bu sebeple toplumlara, gruplara ve toplumun bireylerine özgü müzik ve sanat beğenisi, güzellik anlayışı olabilir. Güzeli beğeniş estetik bir yargıdır ve bu yargıda isteğin hazza ve beğeniye dönüşmesine yönelik bir duyarlılıktır. Bu önemli gerçek kendine özgü değişik bir değer yargısının meydana gelmesine sebep olmaktadır. Müzik toplum içinde üretilir ve dolayısıyla kökleri toplumun içindedir.
Müzikte her sanat dalında olduğu gibi duyulara, duygularımıza sesleniyor. "Müzik kendi kendine olan birşey değil, bizim yaptığımız ve anlam verdiğimiz birşeydir."
Müzikle düşünürüz, müzikle kim olduğumuza ya da olmadığımıza karar veririz ve müzikle kendimizi anlatırız. Bazen olmak istediğimiz insan oluruz bazen olmak istediğimiz yerde...
Bir müzik eserinin, yaratıcısının, yorumcusunun kendi kimliğini ortaya koymasındaki temel öğe ise kuşkusuz özgünlüktür. "Sanatçı uzam- zaman boyutlanda eser yaratır" diye yazmıştı Afşar Timuçin. Bir Müzisyen, bir yorumcu ya da bir besteci içinde bulunduğu koşullardan ne kadar etkilenirse etkilensin tüm bu zamanların sonunda eserinin biçimini kendisi belirler. Bu nedenledir ki hepimiz aynı eserleri farklı yorumculardan dinlemeyi tercih ederiz.
Müzik her dönemde bir çok dalda olduğu gibi felsefe alanında da farklı şekillerde ele alınmıştır. Konfüçyüs duyuların dışa vurumunu ses ile tanımlar ve müziğin yer ve gök arasındaki uyum olduğunu söyler. “Bütün sesler dimağdan çıkar. Müzik de onların farkları ve uygunlukları arasında bir geçittir. Sesi bilip de ahengi bilmeyenler kuşlar ve hayvanlardır. Tonu bilip de müzikten anlamayanlar insanlardır." der.
Estetik gözümüzün gördüğü herşeyde ve kulağımızın duyduğu her seste aradığımız şey aslında peki o zaman tekrarlıyorum müzikle estetiği birbirinden ayırabilirmiyiz? Asla
Sanatçının icrası ne kadar önemliyse duruşu, tarzı, tavrı ve sanatını icra ettiği konser salonu da dahil bir çok şey bir o kadar önem taşır. Müzik; estetiği, güzeli ve beğeniyi belli bir ortaklık içerisinde sunmaya çalışır ve estetikçinin işi zordur. Çünkü müziğin kuralı, yasası yoktur. Her eser kendi yasasını yazar, kuralını kendisi koyar ve eser bitiminde geçerliliğini yitirir. Yani müzik aslında yol göstericidir. Yazımın başında değindiğim konu da bu aslında. Her sabah uyandığımızda bir yol gösterici arıyoruz. O zaman bugün yol göstericimiz neden müzik olmasın? Müzik bunun için biçilmiş kaftan. Şimdi olduğunuz yerde sizi en iyi anlatacağını düşündüğünüz müziği dinlemeye başlayın ve iyisiyle kötüsüyle yaşadığınız hayatın keyfini çıkarın.
Nilgün Dülger
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder