Afro- Amerikan müzikler deyince aklıma ilk olarak Ray Charles ikinci olarakta 50 Cent geliyor. Şimdi bu ne alaka demeyelim çünkü sonuçta her iki isimde siyahi müziklerin farklı tarzlardaki temsilcileri olarak kabul edilebilir.
Siyahi müzikler deyince birbirinin içine geçmiş homojen bir yapıdan bahsetmiyoruz aslında. Afro-Amerikan kültür, Küba, Brezilya, Haiti, Jamaika ve ABD'de farklı şekillerde gelişim gösteriyor ve Afro-Amerikan müziğin ortaya çıkışı iki yönde ilerliyor. Birincisi Afrika ve Avrupa'dan gelen ananelerin kaynaşması, ikincisi de siyahi müzik hayatının önemli merkezleei olan kilise, okul vb. kurumların ortaya çıkması.
17. yy. ile 19. yy. arasında Afrika'dan bir çok siyahi göçmen gönüllü olarak geliyor ve bunun dışında milyonlarcası da köle olarak getiriliyordu. Köle ya da değil göçmenler o yıllarda çoğunlukla pek çok farklı kültürün, toplumun, kendilerine özgü yerel dilleri ve gelenekleriyle yaşadığı bölgeler olan Batı ve Orta Afrika'dan gelmekteydiler.
ABD'ye getirilen siyahilerin bir çoğu Batı Afrika'nın Senegambia bölgesinden gelenlerdir ve bugün Afro-Amerikalıların icadı olan banjo, Senegambia'da yaygın şekilde kullanılan telli çalgılardan türemiştir.
Bir düşünsenize milyonlarca insanı Afrika'dan köle olarak getiriyorsunuz ve yerleştirdiğiniz bölgelerde isyan çıkmaması, o insanların birlik olmaması ve birlikte kararlar alamayacak duruma gelmeleri içinse ilk yok etmeniz gerekenler tabii ki gelenekleri, kültürleri, en önemlisi de müzik ve dansları oluyor. " Bir milleti tutsak etmek isterseniz, müziğini çürütün" demiştir Konfüçyüs ve bu sebepledir ki yanlarına kendi yerel enstrümanlarını almalarına izin verilmeyen siyahiler, vokal yapma konusunda büyük gelişim gösteriyorlar ve blues, r&b (rhythm and blues) gibi vokallerin ön planda olduğu bir çok müzik türlerinin temellerini atıyorlar.
Blues'daki şarkı söyleme biçimleri Batı Afrika'daki gezgin ozanların bir Afrika müzikal geleneği olan atışma şeklinde söyledikleri şarkılardan türemiştir. Afrika'daki müzikal yapı, çok tekrarlı ve çoğunlukla basit kalıpların çeşitli şekillerde bir araya getirilip daha karmaşık yapılar elde edilmesiyle oluşturulmuştur.
Daha sonraları 19. yy. sonu 20. yy. başlarında Amerika'da ırklar arası münasebetin yoğun olduğu mahallelerde Minstrel (gezici ozan) Gösteriler olarak adlandırılan genellikle beyaz icracıların yüzlerini siyaha boyayarak Afro-Amerikan müzik, dans, giyim ve şiveleriyle alay ettikleri gösteriler sergilenmiş. Ve gelin görünki ilk uluslararası Amerikan hit şarkısı da bir minstrel şarkı olmuş. Thomas Darthmouth Rice bu şarkıyı yüzünü siyaha boyayıp Avrupalı bir dansın Afrikalılaşmış halini taklit ederek söylemiş ve bu dansa Cakewalk adı verilmiş. Rice 1832'de hit olan Jim Crow adlı şarkısıyla böyle büyük bir çıkış yaptıktan sonra siyaha boyanmış yüzlerle yapılan Blackface icralarında bir patlama yaşanmış ve Blackface yaklaşık elli yıl boyunca ABD'de popüler kültürün hakim türü olmaya devam etmiştir.
Şimdi siz sadece beyazlar zencilerle alay ediyormuş gibi düşünebilirsiniz ancak ben kısıtlı kaynaklardan bu konuyu araştırıp incelediğimde bu minstrel denilen gösterilerde beyazların aslında o yıllarda kendi isyanlarını bir nevi zenci geleneklerini kullanarak dışa vurmuş olduklarını farkettim. Zira o yıllar tam anlamıyla politik şarkıların birbirini izlediği günlerin başlangıcıymış.
Yine bu dönemde Afrika'dan gelen göçmenlerden ortaya çıkan müzik türleri 20. yüzyılın başlarında bölgeden bölgeye biçim değiştirerek tüm ülkeye yayılırken kimi besteciler zenci ilahilerine, blues ezgilerine, ragtime denen kesik tempolu şarkılara ve sonunda caz müziğine yönelmişler. Besteciler Amerika'yı ziyaret eden büyük Çek besteci Antonin Dvorak'ın 1893'te New Worl Semphony'dt (Yeni Dünya Senfonisi'nde) olduğu gibi, eserlerini zenci melodileriyle örmeye başlamışlardır. 20. yüzyılın ortalarına gelirken Afro-Amerikan ezgileri ve ritmleri Avrupa müzik türleriyle daha iyi kaynaşmaya başlamıştır.
Siyahi şarkılarının sözlerinde dörtlükler genellikle tek mısranın tekrarından ve her kıtanın sonunda söylenen bir nakarattan oluşmaktadır. Şarkıların çoğu kısmen veya tamamen doğaçlama olarak söylenir. Genelde bir şarkıcı öncülük yaparak kıtanın bir veya iki mısrasını söyler, diğerleri bunu tekrarlar. Bu da tipik Afrika Müziği özelliğidir. Şarkılar genellikle duygusal ve hüzünlüdür ancak zenciler şarkılarında kölelikten pek söz etmezler bu sebeple müziklerinde kinci öğelere rastlanmaz. En azından Rap müziğinin çıkışına kadar rastlanmamıştır diyebiliriz.
Özgürce doğaçlama şarkı söyleme metodunun enstrümantal dans müziğine uygulanması bugünkü caz müziğinin doğuşuna yol açmıştır. Dünyada zenci bir besteci tarafından yazılan ilk senfoni ise Lewi Dawson tarafından bestelenmiştir.
Siyahilerden 20. yy. ortalarında kökeni 1970'lerin getto Amerikasına dayanan bir müzik türü olan rap (rhythm and poem) müziği türemiştir. Rap, Amerika'nın bazı varoş eyaletlerindeki çetelerin birbirlerini ıslah etme amacıyla buldukları Hip-Hop kültürünün müzik koludur. Bu müziğin kültürel kökeni her ne kadar Amerika olsa da nasıl olduysa dünyada bilinen ilk rap şarkısı İtalyan şarkıcı Adriano Celentano'nun 'Prisencolinensinainciusol' şarkısıdır.
Rap müzik o yıllardan bu yana pop vb. müzik tarzlarıyla düzenin çarkına ayak uyduran, aşkı ve güzellikleri konu edinen popüler kültüre bir anlamda isyan bayrağı çekmeyi amaçlayan müzik türüdür. (Gerçi sonraları West Coast-East Coast ayrımına gelindiğinde West Coast Rap şarkıcıları aşkı ve kadını konu edinmeye başlamışlar. Kadın, seks, güzellik ve aşk herzaman ilgi göreceğinden emin olduğumuz konular değilmi zaten. Bir bakıma ezilen halkın sesini ritmik olarak insanlara duyurması da diyebiliriz bence. Çünkü ezilmiş olmak, ikinci sınıf insan muamelesi görmek, bir yerlere ait olamak agresifleşmeyi ve suçu da beraberinde getirir. Rap dediğimiz bu müzikte argo ve bol miktarda küfür kullanımınında sebebi budur.
Sonuç olarak Afro-Amerikan dediğimiz halkın, müzikteki yeri ve önemini incelediğimizde, Zencilerin müziğe karşı üstün yeteneklerinin keşfedilmesi 20. yy. başlarında olmuştur ve bugün hala Afro-Amerikan kökenli blues, r&b, reggea, caz ve rap gibi bir çok müzik türü popüler müziğin içinde önemli yer tutmaktadır.
Nilgün Dülger
29 Aralık 2015 Salı
27 Aralık 2015 Pazar
Müzik Ruhun Gıdasıdır
Müzik, sözcük kökeni olarak Yunan mitolojisindeki esin perilerine verilen Musa adına dayanır. Müziğin tanımı ise tarihsel, bölgesel, kültürel ve kişisel beğenilere bağımlı olarak büyük farklılıklar göstermektedir ve ortak bir tanım çıkarmak günümüzde neredeyse imkansız hale gelmiştir. Bu sebeple müziği; sosyolojik, politik, psikolojik, akustik vb. bir çok farklı açıdan ele almamız gerekmektedir.
İlhan Mimaroğlu, “Müzik ruhun gıdasıdır” derler. Bu iri sözdeki gerçek, o sözü “ruh müziğin gıdasıdır” diye tersine çevirmekle belirlemeye başlar. Bunun ardından da hemen “gıda, ruhun müziğidir” diye işe girişmeli demişti yazısında ve ne kadar güzel buyurmuştu.
Dünyada çoğu sanat dalıyla alakası olmayan, gerekli bile görmeyen üzerine asla düşünmemiş ya da düşünmeyen bir çok insana rastlamak olası fakat, tarzı ve beğeni anlayışı ne olursa olsun dünya üzerinde yaşayan her birey mutlaka herhangi bir müzik eserini dinler. Mesela hayatında hiç resim sergisi gezmemiş, dans etmemiş ya da tiyatro izlememiş insanlara rastlayabiliriz ancak ben hiç müzik dinlemedim diyen bir insana rastlamamız sanırım mümkün değil.
Müzikle ilk olarak anne karnında tanışırız aslında. Çünkü dış dünyayla bağlantımız ilk olarak duyduğumuz seslerdir. Gözlerimizi bu dünyaya açtığımızda ise kulağımızı dolduran annemizin bize sevgiyle gözlerimizin içine bakarak uyumamızı beklerken söylediği ninnilerdir. Daha sonraları bir çok farklı tarzdaki müziklerle buluşur minik kulaklarımız. Dinlediğimiz şarkıların dili ne olursa olsun biz ne anlattığını bilmeyiz ama hissederiz. İçinde hüzünmü, kedermi yoksa neşemi var biliriz. Bu da melodinin ve armoninin gücüdür.
Bir düşünün büyüdük geliştik, belki bir çok farklı dil konuşabilecek duruma da geldik ama hala müzik bizim için böyle değilmi. Yıllar önce bir arkadaşım ( kendisi türkçe dışında hiç bir dil bilmemekte ) bir gün bana Amerikalı bir r&b şakıcısının o yıllarda hit olmuş bir şarkısını dinletip "canım baksana bu duyguyu hissetmek için ingilizce bilmeye gerekmi var? bu nasıl bir şarkı söylemedir ne kadar acı dolu" demişti.
Ben enstrümantal müziklerin içinde kendimi bulmuşumdur hep. O an ne hissediyorsam ya da ne arzuluyorsam onu düşündürtür bana melodiler bu bazen piyanoda bir nocturne yada prelude, belki de bir saz semaisi, kimi zaman kanunda bir taksim olur bu kimi zaman bir bozlak bağlamada. Beni alıp aslında olmak istediğim yerlere götürür. Hani o küçükken çizgi filmlerde izlediğimiz sihirli halı misali...
Sevdiğim eserleri en sevdiğim yorumculardan dinlerken kafamda hep şunu düşünürüm, şimdi eline sazını alıp çalsa bu adam ya da kadın aynı şekilde çalabilirmiydi ki? Bunu eserin zorluğundan veya teknik boyutlarından dolayı düşünmem asla icracının yaşanmışlıklarından dolayı düşünürüm. O eseri kaydedeli yıllar olmuş kimbilir hayatında neler değişmiştir ne acılar yada ne mutluluklar yaşamıştır. Belki zor zamanlar geçirmiştir, geçiriyordur belkide hayal kırıklıkları, kalp ağrıları... Peki aynı eseri aynı duygularla çalması mümkünmü? Belki aynı güzellikte çalabilir çünkü o profesyonel bir enstrümanist sonuçta ama ya çalarken hissettikleri kafasından geçenler peki ya bana hissettirecekleri aynı olabilirmi ki?
Burdan yola çıkarak eğer ruhumuzu müzikle besleyeceksek bunu mutsuz, olduğu yerden ve koşullardan memnun olmayan bir müzisyenden bekleyebilirmiyiz?
Geçenlerde bir arkadaşımla solo bir enstrüman konserine iki bilet aldık. Arkadaşımın klasik müzikle ilk buluşmasına ağır bir konudan başlayalım dedik ve hafta sonu atladık Beşiktaş Deniz Müzesine gittik. Solo enstrüman dediysem enstrümanda çello yani Çek çellist Jirí Barta Johann Sebastian Bach'ın çello süitlerini yorumlayacak benim içinde yaptığım ilklerden biriydi çünkü hiç bir konsere gidip tek başına çello çalan bir çellisti dinlememiştim. İkimizde o konser salonuna ilk defa gitmiştik ve zaten orası bir konser salonu değildi aslına bakarsanız. Küçük bir salon sahnesi seyircilerin çok daha aşağısında olan ki o da sahne değildi neyse biz merakla acaba adam o sahneye nereden girecek diye kendi aramızda konuşuyorduk konsere dakikalar kala bende dedimki herhalde seyircilerin arasından geçecek değil mutlaka bizim göremediğimiz bir kapı vs. vardır derken gerçektende arkamızdan merdivenlerden sahneye doğru elinde çellosuyla indiğini farkettim herkes biraz geç farketmiş olacakki çok sonraları salondan bir alkış sesi yükseldi. Çokmu yüksekti beklentilerim bilemiyorum ama ben genel olarak konserden umduğumu bulamamıştım. Konser arasında dışarı çıktığımızda şunu konuşuyorken bulduk kendimizi. Bu adam mutsuz evet mutsuz tek kelime ile mutsuz çalıyor. Biz zaten onun yorumundan çello sütlerini cd'sini satın alarak en iyi kalitede dinleyebilirdik ama icracıyı canlı olarak izlemek istedik. Peki adamı bu kadar mutsuz bir ortama akustiğin a'sının bile olmadığı bir salona konser vermesi için davet ederek ne olmasını bekliyordukki...
Biz mutsuz ve huzursuzken insanın doğası gereği yapması gerekeni, uyku uyumayı bile beceremiyorken bir icracıdan sanatıyla ruhumuzu beslemesini, kalbimize dokunmasını nasıl isteyebilirizki.
Nilgün Dülger
Çello, Çellist ve Estetik
Çello, Çellist ve Estetik
Pablo Casals çelloyu yaşlanmayan tersine zamanla gençleşen, güzelleşen ve zarifleşenbir kadına benzetiyor. Bu bakış açısından günümüz kadınının idealini de yansıtıyor. Herkes çello gibi olmak istiyor.
Çellonun çıkardığı ezgiler müziğin estetiğine sahip olduğuna göre duygularımızı, zihnimizi ve psikolojimizi etkileme gücüne sahip.
Çellonun tınılarının ihtirasları kışkırtma potansiyeli olduğu gibi, derin yalnızlığımızı hissettirecek kadar da bizi çıplak bırakabiliyor. Binlerce yıl önce Plato'nun özetlediği müziğin ruh üzerinde doğrudan etkisi olduğu yorumu ruhun gıdası olarak günümüze kadar gelmiş gibi.
Çellonun ezgilerinde estetiğin diğer pek çok elemanı da gizli. Harmoni, ritm, rezonans ya da renk. Çello tasarım olarak estetik, çellonun ezgileri ya da genel bir başlık olarak müzik de öyle.
Bütün bunların ötesinde bir unsur daha var. O da çellist...
Eğer güzel bir çellist bu üçgeni tamamlarsa estetik değer açısından dünyanın sekizinci harikası ortaya çıkabiliyor. Dolunayda durgun bir göldeki yelkenli kompozisyonu gibi. Estetik değerler üst üste biniyor. Sonuç çarpıcı bir estetik değer.
Bütün bunlar neden önemli. Beden kültü çağındayız. Her yerde herşeyde estetik arayışı var. Aslında yaratıcının gölgesinin arayışında insanoğlu. Basit bir ayrıntı da bile estetik duygu oluşurken, farklı güçteki estetik değerlerin bir araya gelmesi ile süper estetik kavramından bahsetmek gerekecek.
Estetik arayışındaki bayanlar dış görünüşte sınıra dayanan estetiklerini, zihin estetiği, iç güzellik, koku, ses, tavır gibi dördüncü boyutlar yanında estetik bir işle daha da ileri götürebilirler.
Çello çalmak sadece bu tür meslek gruplarının en iyi temsilcilerinden birisi. Formül basit aslında. Çekici olmak için estetik değer katacak herşeyi kullanmak mümkün. Birisi de estetik bir iş.
Prof. Dr. Ahmet Karacalar
Pablo Casals çelloyu yaşlanmayan tersine zamanla gençleşen, güzelleşen ve zarifleşenbir kadına benzetiyor. Bu bakış açısından günümüz kadınının idealini de yansıtıyor. Herkes çello gibi olmak istiyor.
Çellonun çıkardığı ezgiler müziğin estetiğine sahip olduğuna göre duygularımızı, zihnimizi ve psikolojimizi etkileme gücüne sahip.
Çellonun tınılarının ihtirasları kışkırtma potansiyeli olduğu gibi, derin yalnızlığımızı hissettirecek kadar da bizi çıplak bırakabiliyor. Binlerce yıl önce Plato'nun özetlediği müziğin ruh üzerinde doğrudan etkisi olduğu yorumu ruhun gıdası olarak günümüze kadar gelmiş gibi.
Çellonun ezgilerinde estetiğin diğer pek çok elemanı da gizli. Harmoni, ritm, rezonans ya da renk. Çello tasarım olarak estetik, çellonun ezgileri ya da genel bir başlık olarak müzik de öyle.
Bütün bunların ötesinde bir unsur daha var. O da çellist...
Eğer güzel bir çellist bu üçgeni tamamlarsa estetik değer açısından dünyanın sekizinci harikası ortaya çıkabiliyor. Dolunayda durgun bir göldeki yelkenli kompozisyonu gibi. Estetik değerler üst üste biniyor. Sonuç çarpıcı bir estetik değer.
Bütün bunlar neden önemli. Beden kültü çağındayız. Her yerde herşeyde estetik arayışı var. Aslında yaratıcının gölgesinin arayışında insanoğlu. Basit bir ayrıntı da bile estetik duygu oluşurken, farklı güçteki estetik değerlerin bir araya gelmesi ile süper estetik kavramından bahsetmek gerekecek.
Estetik arayışındaki bayanlar dış görünüşte sınıra dayanan estetiklerini, zihin estetiği, iç güzellik, koku, ses, tavır gibi dördüncü boyutlar yanında estetik bir işle daha da ileri götürebilirler.
Çello çalmak sadece bu tür meslek gruplarının en iyi temsilcilerinden birisi. Formül basit aslında. Çekici olmak için estetik değer katacak herşeyi kullanmak mümkün. Birisi de estetik bir iş.
Prof. Dr. Ahmet Karacalar
26 Aralık 2015 Cumartesi
Müzikoloji nedir ne değildir?
MÜZİKOLOJİ
Müzikoloji nedir ne değildir? İşte liseden mezun olup Müzikoloji bölümünde okumaya başladığımdan beri anlatmak açıklamak zorunda kaldığım şey Müzikoloji nedir?
Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümünden mezun olduktan yaklaşık 3 ay sonra Kocaeli üniversitesi Müzikoloji Bölümünde eğitimime devam etmeye başladım. İlk zamanlar ben bile Müzikolojinin ne olduğunu daha tam olarak idrak edememişken onlarca soruya maruz kalmaya başladım. Müzikoloji nedir? Sen şimdi mezun olunca ne iş yapacaksın? Öğretmenmi olacaksın? Müzikoloji ne ki psikoloji gibi birşeymi? ...
Hatta şöyle diyaloglar yaşıyordum akrabalarımız ve aile dostlarımızla
- üniversiteyi kazanmışsın bölüm ne?
- Müzikoloji
- Hmm aferin aferin hiç yoktan iyidir ( ben şoktayım tabi)
- Bitirince ne olacaksın öğretmenmi
- Hayır
- Ve uzun bir sessizlik :)
Uzun süren çalışmalar, fedakarlıklar ve özveriyle kazanmıştım halbuki Müzikoloji bölümünü mesela herkes eğlenip gezerken lisede arkadaşlarıyla ben sabahları ilk dersimizden çok önce okulun kapısına dikilip bir gözüm kapalı soğuk sıcak demeden piyano,solfej vs. çalışmaktaydım yada okul çıkış saatimizden sonra saatler süren provalara katılıyor eve uyku saatimde eve gidiyordum ertesi sabah gene aynı rutin. Neyse bir süre sonra sorulan sorulardan sıkılmak yerine eğlenceli hale getirmeye başladım tabi
- Müzikoloji ne psikoloji gibi birşeymi?
- Evet delileri müzikle tedavi ediyoruz biz
- Aaa çok ilginç doktor oldun yani bravo
- Ve bu sefer bende uzun bir es ( ve üzerinde puandorg )
Ha bu arada delilerin müzikle tedavi edildiği hususu doğrudur Osmanlı da dahi örnekleri var.
Müzikoloji en basit tanımıyla müzik bilimidir. Geniş anlamıyla ise müzikle ilgili her türlü bilgi alanını araştıran bilim dalıdır. Müzikoloji kelimesinin ilk olarak Friedrich Chrysander tarafından 1863' te yayınlanan Jahrbuch für Musikalische Wissenschaft adlı eserinde kullanıldığı kabul edilir. Türkiye de ise Avrupa'nın doğu müziğiyle ilgilenmesine paralel olarak 1910'lardan sonra gelişmiştir. New Grove Dictionary For Musiç And Musician adlı müzik ansiklopedisinde, müzikoloji sözcüğü iki farklı biçimde tanımlanmaktadır. Bunlardan birisi müzikolojiyi müziği mantıksal yöntemlerle araştıran bir disiplin olarak ele alırken, diğeri müzikolojiyi müziğin bir dalı bir bilgi alanı olarak görmektedir. Müzikoloji müzik üzerine söz söyleme, Müzikolog ise müzikten haber veren anlamında yorumlanabilir.
1500'lü yıllardan beri Avrupa'da müzik; aritmetik, geometri ve astronominin yanı başında yer alıyor. Müzik deyince aklımıza her ne kadar eğlence, zevk ve sanat gelsede Müzikoloji Bilimi müziği felsefi ve sayısal olarak ta değerlendirmektedir. Müzik her ne kadar duygularımızı ve düşüncelerimizi anlatma sanatı olarak görülsede, Müzikoloji' de müziğin sanılanın aksine her zaman bir şey anlatmadığını, bir anlatım sanatı olmadığını öne süren görüşler de bulunmaktadır ve hiç şüphesiz müzik sanat dalları arasında en soyut olanıdır.
Müzikoloji, sistematik müzikoloji, karşılaştırmalı müzikoloji ( etnomüzikoloji ), müziğin fiziği, müziğin kimyası, müziğin sosyolojisi, fizyolojisi, psikolojisi ve daha bir çok alt başlıklara ayrılmıştır. Müzkoloji ve Etnomüzikoloji kavramları birden çok anlam taşıyan ve içeriği açıkça belli olmayan ana başlıklardır. Etnomüzikoloji ise bazı araştırmacılar için “bilimsel” bir inceleme disiplini iken başkaları için bilimsellik bir yana disiplin olmanın gerektirdiği özellikleri bile taşımaz. Yani Müzikoloji ve Etnomüzikoloji üzerinde bilimsel veya değil herhangi bir uzlaşmaya varılamamış genç bir bilim dalıdır. Müzikoloji müzik tarihini içermekte olduğundan 20. yüzyılda, müziğin her türünü incelemek üzere alanını genişletmiştir.
Müzikoloji incelemeleri "Tarihsel" ve "Sistematik" olmak üzere iki ayrı çalışma alanı içerisinde varlığını sürdürmektedir. Sistematik çalışmalar müzik ile sayısal alanların ilişkisini geliştirerek incelerken, daha çok Avrupa Sanat Müziği eserlerini ele alan bir disiplin olarak görülüyor. Etmomüzikoloji ise avrupa dışı kültürleri incelemekte olduğundan yalnızca "Alan Araştırması" olarak nitelendirilmektedir. Bugün ise Etnomüzikoloji, müzik - toplum - kültür ilişkisini yerinde inceleyen bir alan haline gelmiş bulunmaktadır. Müzik bilimciler Etnomüzikoloji bilimini kendilerinin incelemediği müziğin incelenmesi olarak görmekte, Etno müzik bilimciler ise Etnomüzikolojiyi müziğin kabulünü, üretimini ve anlamını da kapsayan toplumsal ve kültürel açıdan incelenmesi olarak görmektedirler.
Sonuç olarak Müzikoloji, müziğin oluşumu, gelişimi, tarihi, anlamı, birey ve toplumların bu sanat dalıyla olan ilişkisini müzik türü ayırt etmeksizin inceleyen bilim dalıdır diyebiliriz.
Nilgün Dülger
Müzikoloji nedir ne değildir? İşte liseden mezun olup Müzikoloji bölümünde okumaya başladığımdan beri anlatmak açıklamak zorunda kaldığım şey Müzikoloji nedir?
Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümünden mezun olduktan yaklaşık 3 ay sonra Kocaeli üniversitesi Müzikoloji Bölümünde eğitimime devam etmeye başladım. İlk zamanlar ben bile Müzikolojinin ne olduğunu daha tam olarak idrak edememişken onlarca soruya maruz kalmaya başladım. Müzikoloji nedir? Sen şimdi mezun olunca ne iş yapacaksın? Öğretmenmi olacaksın? Müzikoloji ne ki psikoloji gibi birşeymi? ...
Hatta şöyle diyaloglar yaşıyordum akrabalarımız ve aile dostlarımızla
- üniversiteyi kazanmışsın bölüm ne?
- Müzikoloji
- Hmm aferin aferin hiç yoktan iyidir ( ben şoktayım tabi)
- Bitirince ne olacaksın öğretmenmi
- Hayır
- Ve uzun bir sessizlik :)
Uzun süren çalışmalar, fedakarlıklar ve özveriyle kazanmıştım halbuki Müzikoloji bölümünü mesela herkes eğlenip gezerken lisede arkadaşlarıyla ben sabahları ilk dersimizden çok önce okulun kapısına dikilip bir gözüm kapalı soğuk sıcak demeden piyano,solfej vs. çalışmaktaydım yada okul çıkış saatimizden sonra saatler süren provalara katılıyor eve uyku saatimde eve gidiyordum ertesi sabah gene aynı rutin. Neyse bir süre sonra sorulan sorulardan sıkılmak yerine eğlenceli hale getirmeye başladım tabi
- Müzikoloji ne psikoloji gibi birşeymi?
- Evet delileri müzikle tedavi ediyoruz biz
- Aaa çok ilginç doktor oldun yani bravo
- Ve bu sefer bende uzun bir es ( ve üzerinde puandorg )
Ha bu arada delilerin müzikle tedavi edildiği hususu doğrudur Osmanlı da dahi örnekleri var.
Müzikoloji en basit tanımıyla müzik bilimidir. Geniş anlamıyla ise müzikle ilgili her türlü bilgi alanını araştıran bilim dalıdır. Müzikoloji kelimesinin ilk olarak Friedrich Chrysander tarafından 1863' te yayınlanan Jahrbuch für Musikalische Wissenschaft adlı eserinde kullanıldığı kabul edilir. Türkiye de ise Avrupa'nın doğu müziğiyle ilgilenmesine paralel olarak 1910'lardan sonra gelişmiştir. New Grove Dictionary For Musiç And Musician adlı müzik ansiklopedisinde, müzikoloji sözcüğü iki farklı biçimde tanımlanmaktadır. Bunlardan birisi müzikolojiyi müziği mantıksal yöntemlerle araştıran bir disiplin olarak ele alırken, diğeri müzikolojiyi müziğin bir dalı bir bilgi alanı olarak görmektedir. Müzikoloji müzik üzerine söz söyleme, Müzikolog ise müzikten haber veren anlamında yorumlanabilir.
1500'lü yıllardan beri Avrupa'da müzik; aritmetik, geometri ve astronominin yanı başında yer alıyor. Müzik deyince aklımıza her ne kadar eğlence, zevk ve sanat gelsede Müzikoloji Bilimi müziği felsefi ve sayısal olarak ta değerlendirmektedir. Müzik her ne kadar duygularımızı ve düşüncelerimizi anlatma sanatı olarak görülsede, Müzikoloji' de müziğin sanılanın aksine her zaman bir şey anlatmadığını, bir anlatım sanatı olmadığını öne süren görüşler de bulunmaktadır ve hiç şüphesiz müzik sanat dalları arasında en soyut olanıdır.
Müzikoloji, sistematik müzikoloji, karşılaştırmalı müzikoloji ( etnomüzikoloji ), müziğin fiziği, müziğin kimyası, müziğin sosyolojisi, fizyolojisi, psikolojisi ve daha bir çok alt başlıklara ayrılmıştır. Müzkoloji ve Etnomüzikoloji kavramları birden çok anlam taşıyan ve içeriği açıkça belli olmayan ana başlıklardır. Etnomüzikoloji ise bazı araştırmacılar için “bilimsel” bir inceleme disiplini iken başkaları için bilimsellik bir yana disiplin olmanın gerektirdiği özellikleri bile taşımaz. Yani Müzikoloji ve Etnomüzikoloji üzerinde bilimsel veya değil herhangi bir uzlaşmaya varılamamış genç bir bilim dalıdır. Müzikoloji müzik tarihini içermekte olduğundan 20. yüzyılda, müziğin her türünü incelemek üzere alanını genişletmiştir.
Müzikoloji incelemeleri "Tarihsel" ve "Sistematik" olmak üzere iki ayrı çalışma alanı içerisinde varlığını sürdürmektedir. Sistematik çalışmalar müzik ile sayısal alanların ilişkisini geliştirerek incelerken, daha çok Avrupa Sanat Müziği eserlerini ele alan bir disiplin olarak görülüyor. Etmomüzikoloji ise avrupa dışı kültürleri incelemekte olduğundan yalnızca "Alan Araştırması" olarak nitelendirilmektedir. Bugün ise Etnomüzikoloji, müzik - toplum - kültür ilişkisini yerinde inceleyen bir alan haline gelmiş bulunmaktadır. Müzik bilimciler Etnomüzikoloji bilimini kendilerinin incelemediği müziğin incelenmesi olarak görmekte, Etno müzik bilimciler ise Etnomüzikolojiyi müziğin kabulünü, üretimini ve anlamını da kapsayan toplumsal ve kültürel açıdan incelenmesi olarak görmektedirler.
Sonuç olarak Müzikoloji, müziğin oluşumu, gelişimi, tarihi, anlamı, birey ve toplumların bu sanat dalıyla olan ilişkisini müzik türü ayırt etmeksizin inceleyen bilim dalıdır diyebiliriz.
Nilgün Dülger
Neden Müzik?
Her sabaha ne, neden, nasıl sorularını sormak üzere uyanıyoruz aslında hepimiz. Yol gösterici birşeyler arıyoruz ve bakıyoruz etrafımıza defalarca ta ki gözümüzü, kulağımızı üzerinde sabitleyecek birilerini yada birşeyleri bulana kadar. Çünkü hepimiz içimizde bir yerlerde her yeni güne mutlu olma isteğiyle uyanıyoruz.
Hani bir laf vardır ya "güzellik göreceli bir kavramdır diye" peki güzelliği, estetiği sanattan, müzikten ayırabilirmiyiz? Bazen tesadüfen televizyonu yada radyomuzu açıyoruz ve bir melodi, bir beste, bir şarkı yada sadece bir güfte bizi alıp ordan oraya sürüklüyor. Bazen unutturuyor aklımızda ne varsa bazense öyle bir işliyorki içimize, içimizde ne varsa kat kat şiddetleniyor, duygularımız adeta taşıyor. Aşk, bağlılık, sevgi, öfke, nefret, kızgınlık, kırgınlık içimizde birikmiş her ne varsa... Müziğin güzelliğide bu değilmi aslında?
Dinlediğimiz bir müzik hakkındaki düşüncelerimiz başlangıçta kültürlenme yolu ile oluşuyor; eğitim sürecimiz, büyüdüğümüz çevre, gözümüzün gördüğü güzellikler ve çirkinlikler... Müzik insanlık tarihi boyunca toplumsal aidiyetimizin en güçlü dışa vurumu, en önemli simgesi olmuştur. Ulusal müziğimiz deriz mesela bizi diğer toplumlardan ayıran bir nicelik, bir nitelik. Müzik bizim hangi topluma ait olduğumuzu gösterir. Zaman zaman ulusal ya da bölgesel kimliğimizin simgesi görevini üstlenir ve bu sebeple toplumlara, gruplara ve toplumun bireylerine özgü müzik ve sanat beğenisi, güzellik anlayışı olabilir. Güzeli beğeniş estetik bir yargıdır ve bu yargıda isteğin hazza ve beğeniye dönüşmesine yönelik bir duyarlılıktır. Bu önemli gerçek kendine özgü değişik bir değer yargısının meydana gelmesine sebep olmaktadır. Müzik toplum içinde üretilir ve dolayısıyla kökleri toplumun içindedir.
Müzikte her sanat dalında olduğu gibi duyulara, duygularımıza sesleniyor. "Müzik kendi kendine olan birşey değil, bizim yaptığımız ve anlam verdiğimiz birşeydir."
Müzikle düşünürüz, müzikle kim olduğumuza ya da olmadığımıza karar veririz ve müzikle kendimizi anlatırız. Bazen olmak istediğimiz insan oluruz bazen olmak istediğimiz yerde...
Bir müzik eserinin, yaratıcısının, yorumcusunun kendi kimliğini ortaya koymasındaki temel öğe ise kuşkusuz özgünlüktür. "Sanatçı uzam- zaman boyutlanda eser yaratır" diye yazmıştı Afşar Timuçin. Bir Müzisyen, bir yorumcu ya da bir besteci içinde bulunduğu koşullardan ne kadar etkilenirse etkilensin tüm bu zamanların sonunda eserinin biçimini kendisi belirler. Bu nedenledir ki hepimiz aynı eserleri farklı yorumculardan dinlemeyi tercih ederiz.
Müzik her dönemde bir çok dalda olduğu gibi felsefe alanında da farklı şekillerde ele alınmıştır. Konfüçyüs duyuların dışa vurumunu ses ile tanımlar ve müziğin yer ve gök arasındaki uyum olduğunu söyler. “Bütün sesler dimağdan çıkar. Müzik de onların farkları ve uygunlukları arasında bir geçittir. Sesi bilip de ahengi bilmeyenler kuşlar ve hayvanlardır. Tonu bilip de müzikten anlamayanlar insanlardır." der.
Estetik gözümüzün gördüğü herşeyde ve kulağımızın duyduğu her seste aradığımız şey aslında peki o zaman tekrarlıyorum müzikle estetiği birbirinden ayırabilirmiyiz? Asla
Sanatçının icrası ne kadar önemliyse duruşu, tarzı, tavrı ve sanatını icra ettiği konser salonu da dahil bir çok şey bir o kadar önem taşır. Müzik; estetiği, güzeli ve beğeniyi belli bir ortaklık içerisinde sunmaya çalışır ve estetikçinin işi zordur. Çünkü müziğin kuralı, yasası yoktur. Her eser kendi yasasını yazar, kuralını kendisi koyar ve eser bitiminde geçerliliğini yitirir. Yani müzik aslında yol göstericidir. Yazımın başında değindiğim konu da bu aslında. Her sabah uyandığımızda bir yol gösterici arıyoruz. O zaman bugün yol göstericimiz neden müzik olmasın? Müzik bunun için biçilmiş kaftan. Şimdi olduğunuz yerde sizi en iyi anlatacağını düşündüğünüz müziği dinlemeye başlayın ve iyisiyle kötüsüyle yaşadığınız hayatın keyfini çıkarın.
Nilgün Dülger
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)